DOĞUM BORÇLANMASI DAVALARINDA GELİNEN SON NOKTA
Reform Yasası olarak ta bilinen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinde neredeyse bütün yönleriyle tartışılır görünse de, Yasaya dönük kamuoyu ilgisi, yasa çıkmazdan evvel kimlerin çocuklarını sigortalı çalışan olarak gösterip göstermediği tartışmaları içinde gün be gün sudanlaşırken, Bugün Gazetesi’ndeki köşesinden Yasanın 41. maddesine göre kadınların 4 yıl erken emekli olmalarına imkan tanıyan düzenlemeyi duyuran Sadettin ORHAN, tartışmaların yeniden pratik, güncel ve işlevsel bir zeminde yoğunlaşmasına neden oldu.
Çalışma yaşamına girmeden önce ya da çalışırken anne olmak gibi tabii bir sonucu paylaşan yüz binlerce çalışan kadını doğrudan ilgilendiren böylesi önemli bir düzenlemenin, toplumda ciddi bir karşılık bulmaması kaçınılmazdı. Öyle de oldu.
Yasa ile sunulan imkan, emeklilik meselesi üzerinden güncel ve yakın vadeli planlarını yeniden gözden geçirmek zorunluluğunu da beraberinde getirdiği için binlerce aile büyük bir titizlikle konuya ilişkin düzenlemeyi ve bunun etrafında dönen tartışmaları izlemeye koyuldular.
Doğum Borçlanması başlığı altında sürdürülen tartışmaları derinleştiren ilk gelişme, SGK tarafından 5510 sayılı Yasanın 41. maddesinde yer alan düzenlemeyi açıklamak için yayımladığı 28.09.2008 tarihli Tebliğin getirdiği koşullar olmuştur. Buna göre SGK, doğum borçlanması imkanından yararlanmak isteyen kadınların doğum sebebiyle işten ayrıldıklarını belgeleme şartıyla borçlanma yapabileceklerini söylüyordu. Bunun anlamı, doğumdan önceki bir tarihe ait, işverence düzenlenmiş bir belge ile işi bırakıp doğum yaptığını belgeleyemeyen kadınların borçlanma yapamayacaklarıdır. İleri sürülen bu koşulun yerine getirilmesi, özel sektör ölçeğinde şirket ömrünün ortalama yedi yıl olması nedeniyle doğan arşiv sıkıntısı bir yana, çalışanlar açısından belli evrakları belli bir süre saklamak gibi bir yükümlülük geçmişte emredici mevzuatla kendilerine bildirilmediği halde böyle bir yükümlülüğün, bugünden geçmişe dönük bir uygulama ile ihdas edilmesi nedeniyle de fiilen imkansız idi.
Daha sonra Doğuma dayalı borçlanmaların usul ve esasına daha da açıklık getirmek amacıyla SGK tarafından 2008/111 sayılı Genelge yayımlandı. Sözü edilen genelge ile Tebliğde aranan belgeleme şartı kaldırılırken, onun yerine çok daha ağır ve açıkça yasaya iki yeni koşul ileri sürülmüştür. Bu iki koşulu kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1- İşten ayrıldıktan sonra 300 gün içerisinde doğumun gerçekleşmiş olması.
2- Doğumun, sigorta başlangıç tarihinden sonra gerçekleşmiş olması.
Görüldüğü gibi, SGK’nın doğuma bağlı borçlanma konusuna açıklık getirmeye dönük girişimleri, her seferinde konuyu daha da karmaşık hale getirmekten öteye gidememiş, önce 5510 sayılı yasanın öngörmediği şartlar taşıyan ve açıkça yasaya aykırı bir Tebliğ yayınlanmış, ardından da hem Yasaya hem de Tebliğe aykırı bir Genelge yayımlamak suretiyle mesele eşine az rastlanır bir çelişkiler yumağı haline getirilmiştir.
Yargılama Süreci Başlıyor
Tahmin edileceği gibi, bu aşamadan sonra artık söz sırası Yargıya gelmişti. 5510 sayılı Reform Yasasının yürürlüğe girdiği Ekim 2008 tarihinden itibaren Doğum Borçlanması talebiyle yurt çapında dilekçe yağmuruna tutulan SGK İl Müdürlükleri önceleri bu talepler karşısında sessiz kalmış, ardından muhakemat servislerinin talimatları doğrultusunda başvurulara karşı 2008/111 sayılı Genelge uyarınca yukarıda sıralanan iki koşuldan birine bağlı olarak red yanıtı vermişlerdir. Doğum Borçlanması imkanından yararlandırılma istemiyle açılan ilk davalar, başvurular karşısındaki sessizliğini 2 aydan fazla sürdüren SGK İl Müdürlükleri’nin, borçlanma istemlerini İYUK md.10/2 uyarınca reddetmiş sayılacağı yasal gerekçesinden hareketle ikame edilmiştir. Bir süre sonra, SGL İl Müdürlükleri başvurulara karşı doğrudan 2008/111 sayılı Genelge uyarıca red yanıtı vermeye başladığından, bundan sonra açılan davalarda ise doğrudan bu somut red yanıtları uyuşmazlık konusu kılınmıştır.
Açılan davaların geçmişte bir örneğinin bulunmayışı, SGK’nın konuya ilişkin çelişkili düzenlemeleri, yargı sistemimize ilişkin kronik çekinceler ve hepsinden önemlisi konuya ilişkin basından edindikleri bilgileri yüzeysel dilekçelere dökmek suretiyle tam olarak, hangi nedenle ve ne istediklerini izah edemeyen vatandaşlarımızca açılan yüzlerce dava, ilk derece yargı merci olarak uyuşmazlıkları karar bağlayacak İş Mahkemeleri’nin mutedil davranarak davalı SGK uygulamalarına dayanak teşkil eden 2008/111 sayılı Genelge koşulları uyarınca davaları reddetmeleri sonucunu doğurmuş, görülmekte olan davaların İş Mahkemelerince reddedilmesi suretiyle meselenin esasını açıklığa kavuşturma işi de bu nedenle temyiz mercii olarak Yargıtay ilgili hukuk dairesine düşmüştür.
Doğum Borçlanması davalarına ilişkin uyuşmazlıkları temyizen incelemekle görevli Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin, bu kapsamda temyiz mercii olarak incelediği ilk doğum borçlanması davasında uyuşmazlık, sigortalı kadının borçlanmak istediği doğumların işten ayrılış tarihinden itibaren 300 gün içinde gerçekleşmemiş olması nedeniyle SGK’ca doğumları izleyen 2+2=4 yıllık sürelerin hizmet süresi olarak borçlandırılma talebini reddetmesi noktasında düğümlenmekte idi. Uyuşmazlığı temyizen inceleyen Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, 25.02.2010 tarihli ilamı ile, 5510 sayılı yasa uyarınca doğum tarihini izleyen iki yıllık süreyi geçmemek kaydıyla, bu süre zarfında hizmet akdine istinaden işyerinde çalışmaması ve çocuğunun yaşaması şartları dışında başkaca bir şart aranmaksızın davacının doğum borçlanması hakkından yararlandırılması gerekirken yerel mahkemece aksine hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğuna hükmetmiş ve temyiz edilen yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar vermiştir.
Sözü edilen kararla birlikte Yargıtay 10. Hukuk Dairesi sigortalı kadın çalışanlar ile davalı SGK arasında baş gösteren ihtlafın önemli bir kısmını sona erdirmiş olmakta idi. Ne var ki, konuya ilişkin uyuşmazlık yalnızca “ İşten ayrıldıktan sonra 300 gün içerisinde doğumun gerçekleşmiş olması “ noktasında düğümlenmiyordu. SGK aleyhine açılan Doğum Borçlanması davalarının yarıya yakın, önemli bir kısmı da, zorunlu sigortalılığın tescil tarihinden önce gerçekleşen doğumlar için davalı SGK’nın, sigortalı kadın çalışanların borçlanma taleplerine 2008/111 sayılı genelge uyarınca “Doğumun, sigorta başlangıç tarihinden sonra gerçekleşmiş olması” şartını sağlayamamaları nedeniyle red yanıtı vermesinden kaynaklanmakta idi. Bu nedenle Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin anılan kararı uyuşmazlığın önemli bir kısmını çözüme kavuşturmasına rağmen onu büsbütün ortadan kaldırmaktan uzaktı. Uyuşmazlığın geri kalanı için Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin varacağı sonucu görebilmek içinse, 05.04.2010 tarihini beklemek gerekecekti.
Gerçekten de bu sefer, temyizen incelenmek üzere Daireye ulaşan bir başka davada yerel mahkeme, sigortalı kadınlarının borçlanma talebinde bulundukları doğumların, sigorta başlangıç tarihinden önce olması nedeniyle 5510 sayılı Yasa kapsamında hizmet süresi olarak borçlanma hakları bulunmadığı yönünde işlem tesis eden davalı SGK’yı haksız bulmuş, borçlanma talebine karşı böyle bir koşul ileri sürmenin usul ve yasaya aykırı olduğu kararına varmış idi. Bunun üzerine davalı SGK vekilince yerel mahkeme kararına karşı süresinde temyiz yoluna başvurulmuş, yapılan temyiz incelemesi neticesi 05.04.2010 tarihli ilamında Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, bu kez söz konusu uyuşmazlıkta davacı kadın sigortalıyı değil, davalı SGK’yı haklı bulmuş ve sigorta başlangıç tarihinden önce gerçekleşen doğumları izleyen sürelerin 5510 sayılı yasanın 41. maddesi uyarınca borçlanılamayacağına hükmetmek suretiyle bunun tam aksine, sözü edilen borçlanma talebinin yasa gereği haklı ve mümkün olduğu yönünde hüküm kuran yerel mahkeme ilamının bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin bu kararı ile iç hukuk yolları önemli ölçüde tükenmiş, bu durumdaki kadın sigortalılar için karşı karşıya bulundukları hukuksuzluğun defi neredeyse imkansız hale gelmişken, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesi hükmü bozularak gönderilen İzmir 6. İş Mahkemesi’nin sayın Yargıcı, bozma kararı üzerine devam eden yargılamadaki ilk duruşmada önceki kararında direnmek suretiyle yeniden, sigorta başlangıç tarihinden önce doğum yapan kadın çalışanların borçlanma istemlerinin, doğumların sigorta başlangıç tarihinden önce gerçekleşmiş olması nedeniyle reddedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğuna karar vermiştir. Böylece borçlanma başvuruları, doğumların sigorta başlangıç tarihinden önce gerçekleşmiş olması nedeniyle reddedilen binlerce kadın sigortalı açısından nihai bir sonuç doğurmamakla birlikte oldukça önemli bir hukuki kazanım elde edilmiş oldu. Şöyle ki; yerel mahkemece verilen direnme kararı ile her ne kadar uyuşmazlık sona erdirilmiş olmasa da, saygıdeğer yargıcın bu çok önemli ve toplumun büyük çoğunluğunun adalet duygusunu yeniden tesis eden direnme kararı ile yargılama yeni bir boyuta taşınmıştır. Zira usul hukukumuz gereği yerel mahkemelerin verdiği direnme kararları üzerine yapılacak incelemenin adresi artık herhangi bir hukuk dairesi değil, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’dur. Tahmin edileceği gibi, yapılacak yeni inceleme Daire incelemesinden farklı olarak çok daha geniş katılımlı ve derinlemesine olacağı gibi, artık tereddüte mahal bırakmayacak bir titizlikte yürütülmek suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulacağını söylemek hiç te yanlış olmayacaktır.
Aksi halde ortaya çıkacak sonuç, Yasama organınca tanınan bir hakkın SGK tarafından engellenmesi, yani bir idari merciin kendini Yasama organı yerine koyarak, onun iradesini budamak suretiyle sergilediği işlev gasbının en yüksek yargı merciince tescillenmesi anlamına gelecektir. Zira Yasa koyucu, 5510 sayılı yasanın 41 inci maddenin üçüncü fıkrasında aynen, “BU KANUNA GÖRE TESPİT EDİLEN SİGORTALILIĞIN BAŞLANGIÇ TARİHİNDEN ÖNCEKİ SÜRELER İÇİN BORÇLANDIRILMA HALİNDE, SİGORTALILIĞIN BAŞLANGIÇ TARİHİ BORÇLANDIRILAN GÜN SAYISI KADAR GERİYE GÖTÜRÜLÜR.” hükmüne yer vermiştir. Böylesi açık bir hüküm karşısında artık, sigortalı kadınının sigorta başlangıç tarihinden önceki süreler için borçlanma imkanından yararlandırılıp yararlandırılamayacağını tartışmak hukuki bir tartışma olmaktan çıkıp, abesle iştigal olarak değerlendirilecektir.
Av. Levent Yüksel ORHAN
www.leventyukselorhan.av.tr
Çalışma yaşamına girmeden önce ya da çalışırken anne olmak gibi tabii bir sonucu paylaşan yüz binlerce çalışan kadını doğrudan ilgilendiren böylesi önemli bir düzenlemenin, toplumda ciddi bir karşılık bulmaması kaçınılmazdı. Öyle de oldu.
Yasa ile sunulan imkan, emeklilik meselesi üzerinden güncel ve yakın vadeli planlarını yeniden gözden geçirmek zorunluluğunu da beraberinde getirdiği için binlerce aile büyük bir titizlikle konuya ilişkin düzenlemeyi ve bunun etrafında dönen tartışmaları izlemeye koyuldular.
Doğum Borçlanması başlığı altında sürdürülen tartışmaları derinleştiren ilk gelişme, SGK tarafından 5510 sayılı Yasanın 41. maddesinde yer alan düzenlemeyi açıklamak için yayımladığı 28.09.2008 tarihli Tebliğin getirdiği koşullar olmuştur. Buna göre SGK, doğum borçlanması imkanından yararlanmak isteyen kadınların doğum sebebiyle işten ayrıldıklarını belgeleme şartıyla borçlanma yapabileceklerini söylüyordu. Bunun anlamı, doğumdan önceki bir tarihe ait, işverence düzenlenmiş bir belge ile işi bırakıp doğum yaptığını belgeleyemeyen kadınların borçlanma yapamayacaklarıdır. İleri sürülen bu koşulun yerine getirilmesi, özel sektör ölçeğinde şirket ömrünün ortalama yedi yıl olması nedeniyle doğan arşiv sıkıntısı bir yana, çalışanlar açısından belli evrakları belli bir süre saklamak gibi bir yükümlülük geçmişte emredici mevzuatla kendilerine bildirilmediği halde böyle bir yükümlülüğün, bugünden geçmişe dönük bir uygulama ile ihdas edilmesi nedeniyle de fiilen imkansız idi.
Daha sonra Doğuma dayalı borçlanmaların usul ve esasına daha da açıklık getirmek amacıyla SGK tarafından 2008/111 sayılı Genelge yayımlandı. Sözü edilen genelge ile Tebliğde aranan belgeleme şartı kaldırılırken, onun yerine çok daha ağır ve açıkça yasaya iki yeni koşul ileri sürülmüştür. Bu iki koşulu kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1- İşten ayrıldıktan sonra 300 gün içerisinde doğumun gerçekleşmiş olması.
2- Doğumun, sigorta başlangıç tarihinden sonra gerçekleşmiş olması.
Görüldüğü gibi, SGK’nın doğuma bağlı borçlanma konusuna açıklık getirmeye dönük girişimleri, her seferinde konuyu daha da karmaşık hale getirmekten öteye gidememiş, önce 5510 sayılı yasanın öngörmediği şartlar taşıyan ve açıkça yasaya aykırı bir Tebliğ yayınlanmış, ardından da hem Yasaya hem de Tebliğe aykırı bir Genelge yayımlamak suretiyle mesele eşine az rastlanır bir çelişkiler yumağı haline getirilmiştir.
Yargılama Süreci Başlıyor
Tahmin edileceği gibi, bu aşamadan sonra artık söz sırası Yargıya gelmişti. 5510 sayılı Reform Yasasının yürürlüğe girdiği Ekim 2008 tarihinden itibaren Doğum Borçlanması talebiyle yurt çapında dilekçe yağmuruna tutulan SGK İl Müdürlükleri önceleri bu talepler karşısında sessiz kalmış, ardından muhakemat servislerinin talimatları doğrultusunda başvurulara karşı 2008/111 sayılı Genelge uyarınca yukarıda sıralanan iki koşuldan birine bağlı olarak red yanıtı vermişlerdir. Doğum Borçlanması imkanından yararlandırılma istemiyle açılan ilk davalar, başvurular karşısındaki sessizliğini 2 aydan fazla sürdüren SGK İl Müdürlükleri’nin, borçlanma istemlerini İYUK md.10/2 uyarınca reddetmiş sayılacağı yasal gerekçesinden hareketle ikame edilmiştir. Bir süre sonra, SGL İl Müdürlükleri başvurulara karşı doğrudan 2008/111 sayılı Genelge uyarıca red yanıtı vermeye başladığından, bundan sonra açılan davalarda ise doğrudan bu somut red yanıtları uyuşmazlık konusu kılınmıştır.
Açılan davaların geçmişte bir örneğinin bulunmayışı, SGK’nın konuya ilişkin çelişkili düzenlemeleri, yargı sistemimize ilişkin kronik çekinceler ve hepsinden önemlisi konuya ilişkin basından edindikleri bilgileri yüzeysel dilekçelere dökmek suretiyle tam olarak, hangi nedenle ve ne istediklerini izah edemeyen vatandaşlarımızca açılan yüzlerce dava, ilk derece yargı merci olarak uyuşmazlıkları karar bağlayacak İş Mahkemeleri’nin mutedil davranarak davalı SGK uygulamalarına dayanak teşkil eden 2008/111 sayılı Genelge koşulları uyarınca davaları reddetmeleri sonucunu doğurmuş, görülmekte olan davaların İş Mahkemelerince reddedilmesi suretiyle meselenin esasını açıklığa kavuşturma işi de bu nedenle temyiz mercii olarak Yargıtay ilgili hukuk dairesine düşmüştür.
Doğum Borçlanması davalarına ilişkin uyuşmazlıkları temyizen incelemekle görevli Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin, bu kapsamda temyiz mercii olarak incelediği ilk doğum borçlanması davasında uyuşmazlık, sigortalı kadının borçlanmak istediği doğumların işten ayrılış tarihinden itibaren 300 gün içinde gerçekleşmemiş olması nedeniyle SGK’ca doğumları izleyen 2+2=4 yıllık sürelerin hizmet süresi olarak borçlandırılma talebini reddetmesi noktasında düğümlenmekte idi. Uyuşmazlığı temyizen inceleyen Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, 25.02.2010 tarihli ilamı ile, 5510 sayılı yasa uyarınca doğum tarihini izleyen iki yıllık süreyi geçmemek kaydıyla, bu süre zarfında hizmet akdine istinaden işyerinde çalışmaması ve çocuğunun yaşaması şartları dışında başkaca bir şart aranmaksızın davacının doğum borçlanması hakkından yararlandırılması gerekirken yerel mahkemece aksine hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğuna hükmetmiş ve temyiz edilen yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar vermiştir.
Sözü edilen kararla birlikte Yargıtay 10. Hukuk Dairesi sigortalı kadın çalışanlar ile davalı SGK arasında baş gösteren ihtlafın önemli bir kısmını sona erdirmiş olmakta idi. Ne var ki, konuya ilişkin uyuşmazlık yalnızca “ İşten ayrıldıktan sonra 300 gün içerisinde doğumun gerçekleşmiş olması “ noktasında düğümlenmiyordu. SGK aleyhine açılan Doğum Borçlanması davalarının yarıya yakın, önemli bir kısmı da, zorunlu sigortalılığın tescil tarihinden önce gerçekleşen doğumlar için davalı SGK’nın, sigortalı kadın çalışanların borçlanma taleplerine 2008/111 sayılı genelge uyarınca “Doğumun, sigorta başlangıç tarihinden sonra gerçekleşmiş olması” şartını sağlayamamaları nedeniyle red yanıtı vermesinden kaynaklanmakta idi. Bu nedenle Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin anılan kararı uyuşmazlığın önemli bir kısmını çözüme kavuşturmasına rağmen onu büsbütün ortadan kaldırmaktan uzaktı. Uyuşmazlığın geri kalanı için Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin varacağı sonucu görebilmek içinse, 05.04.2010 tarihini beklemek gerekecekti.
Gerçekten de bu sefer, temyizen incelenmek üzere Daireye ulaşan bir başka davada yerel mahkeme, sigortalı kadınlarının borçlanma talebinde bulundukları doğumların, sigorta başlangıç tarihinden önce olması nedeniyle 5510 sayılı Yasa kapsamında hizmet süresi olarak borçlanma hakları bulunmadığı yönünde işlem tesis eden davalı SGK’yı haksız bulmuş, borçlanma talebine karşı böyle bir koşul ileri sürmenin usul ve yasaya aykırı olduğu kararına varmış idi. Bunun üzerine davalı SGK vekilince yerel mahkeme kararına karşı süresinde temyiz yoluna başvurulmuş, yapılan temyiz incelemesi neticesi 05.04.2010 tarihli ilamında Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, bu kez söz konusu uyuşmazlıkta davacı kadın sigortalıyı değil, davalı SGK’yı haklı bulmuş ve sigorta başlangıç tarihinden önce gerçekleşen doğumları izleyen sürelerin 5510 sayılı yasanın 41. maddesi uyarınca borçlanılamayacağına hükmetmek suretiyle bunun tam aksine, sözü edilen borçlanma talebinin yasa gereği haklı ve mümkün olduğu yönünde hüküm kuran yerel mahkeme ilamının bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin bu kararı ile iç hukuk yolları önemli ölçüde tükenmiş, bu durumdaki kadın sigortalılar için karşı karşıya bulundukları hukuksuzluğun defi neredeyse imkansız hale gelmişken, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesi hükmü bozularak gönderilen İzmir 6. İş Mahkemesi’nin sayın Yargıcı, bozma kararı üzerine devam eden yargılamadaki ilk duruşmada önceki kararında direnmek suretiyle yeniden, sigorta başlangıç tarihinden önce doğum yapan kadın çalışanların borçlanma istemlerinin, doğumların sigorta başlangıç tarihinden önce gerçekleşmiş olması nedeniyle reddedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğuna karar vermiştir. Böylece borçlanma başvuruları, doğumların sigorta başlangıç tarihinden önce gerçekleşmiş olması nedeniyle reddedilen binlerce kadın sigortalı açısından nihai bir sonuç doğurmamakla birlikte oldukça önemli bir hukuki kazanım elde edilmiş oldu. Şöyle ki; yerel mahkemece verilen direnme kararı ile her ne kadar uyuşmazlık sona erdirilmiş olmasa da, saygıdeğer yargıcın bu çok önemli ve toplumun büyük çoğunluğunun adalet duygusunu yeniden tesis eden direnme kararı ile yargılama yeni bir boyuta taşınmıştır. Zira usul hukukumuz gereği yerel mahkemelerin verdiği direnme kararları üzerine yapılacak incelemenin adresi artık herhangi bir hukuk dairesi değil, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’dur. Tahmin edileceği gibi, yapılacak yeni inceleme Daire incelemesinden farklı olarak çok daha geniş katılımlı ve derinlemesine olacağı gibi, artık tereddüte mahal bırakmayacak bir titizlikte yürütülmek suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulacağını söylemek hiç te yanlış olmayacaktır.
Aksi halde ortaya çıkacak sonuç, Yasama organınca tanınan bir hakkın SGK tarafından engellenmesi, yani bir idari merciin kendini Yasama organı yerine koyarak, onun iradesini budamak suretiyle sergilediği işlev gasbının en yüksek yargı merciince tescillenmesi anlamına gelecektir. Zira Yasa koyucu, 5510 sayılı yasanın 41 inci maddenin üçüncü fıkrasında aynen, “BU KANUNA GÖRE TESPİT EDİLEN SİGORTALILIĞIN BAŞLANGIÇ TARİHİNDEN ÖNCEKİ SÜRELER İÇİN BORÇLANDIRILMA HALİNDE, SİGORTALILIĞIN BAŞLANGIÇ TARİHİ BORÇLANDIRILAN GÜN SAYISI KADAR GERİYE GÖTÜRÜLÜR.” hükmüne yer vermiştir. Böylesi açık bir hüküm karşısında artık, sigortalı kadınının sigorta başlangıç tarihinden önceki süreler için borçlanma imkanından yararlandırılıp yararlandırılamayacağını tartışmak hukuki bir tartışma olmaktan çıkıp, abesle iştigal olarak değerlendirilecektir.
Av. Levent Yüksel ORHAN
www.leventyukselorhan.av.tr