Ücretli öğretmenlik garabeti
Eski çağlarda aristokrasinin (seçkinlerin) çocuklarına has olan eğitim, birkaç asırdır halka inmiş durumda.
Bu da örgün ve yaygın eğitim yoluyla gerçekleştiriliyor. Hemen her ülkede devlet, eğitimi asli fonksiyonu olarak görüyor ve bunun için ciddi kaynaklar ayırıyor. Ülkemizde de durum bundan farklı değil.
Eğitim sisteminin olmazsa olmaz aktörlerinin başındaöğretmenler geliyor. Öğretmenin nicelik ve nitelik olarak yetersiz olduğu bir eğitim sisteminin sonunu öngörmek zor olmasa gerek. Eğitimci olmadığımız için öğretmenlerin nitelik olarak değerlendirmesini yapmak bize düşmez. Ancak söz konusu meslek camiasının çalışma koşulları bizim ilgi ve uzmanlık alanımıza giriyor. Buradan hareketle ücretli öğretmenlik konusuna değinmek istiyoruz.
Aynı okulda üç tür öğretmen
Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak hâlihazırda çalışan öğretmenler, genel olarak üç ayrı statüde görev yapıyor. Bunlar;
1. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4/A fıkrasına tabi olanlar (kadrolular),
2. Aynı Kanunun 4/B fıkrasına tabi olanlar (sürekli sözleşmeliler),
3. Aynı Kanunun 4/C fıkrasına tabi olanlar (ücretli öğretmenler).
Bu üç grup içerisinden özlük hakları itibarıyla en iyi durumda olanlar kadrolu öğretmenler. Kadrolulara göre bazı haklardan mahrum olan sürekli sözleşmeliler ikinci sırada yer alıyor. Özlük hakları bakımından en kötü durumda olanlar ise ücretli öğretmenler. Bugünkü uygulamada, aynı okulda hem kadrolu, hem sözleşmeli hem de ücretli öğretmen bir arada görev yapıyor. Yapılan iş aynı, girilen ders aynı, okul aynı, öğrenci aynı fakat maaş ve sosyal haklar arasında uçurum var.
Yarım aylık yarım sigorta
Ücretli öğretmenler, il ve ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri'ne başvurarak ders saati üzerinden sözleşme imzalıyorlar. Buna göre girdikleri saat başına ücret ödeniyor ve ayda asgari ücretin biraz üzerinde para alıyorlar. Çoğunun aldığı para asgari ücreti de bulmuyor. Sigorta primleri ise aylık toplam ders saat sayısına göre ödeniyor. Buna göre ayda en fazla 16-17 gün sigortalı olabiliyorlar. Yani normal öğretmene göre yarım ücret ve yarım sigorta ile çalışmış oluyorlar.
Bu garabet düzeltilmeli
2009 yılında Sayın Hüseyin Çelik'in bir soru önergesine verdiği cevapta, sözleşmeli öğretmen sayısının yaklaşık 50 bin, ücretli öğretmen sayısının ise 55 bin 786 olduğu ifade ediliyor. Yani geldiğimiz noktada, on binlerce öğretmenimiz, asgari ücret dolaylarında bir ücretle hayatını idame ettiriyor. Bu tablo karşısında gerek toplum gerekse öğretmenler adına şu soruları sormak gerekiyor:
· 100 binden fazla kadrolu öğretmen açığı varsa, neden bu açık sözleşmeli ve ücretliler ile kapatılmaya çalışılıyor?
· Diyelim ki bütçe dengeleri gerekçe gösterilerek Maliye Bakanlığı kadro vermiyor. Ve diyelim ki MEB, iyi niyetli olarak açıkta kalan öğretmen adaylarını hiç değilse ücretli olarak istihdam etmek için bu yolu tercih ediyor. Peki, sözleşmeli ve ücretlilere ödenen maaş ve ücretler bu devletin kasasından çıkmıyor mu? Hem bu kadar ödeme yapıp, hem de garabet bir öğretmen camiası oluşturmak makul müdür?
· Herhangi bir veli, çocuğunun dersine girecek öğretmenin kadrolu mu, sözleşmeli mi yoksa ücretli mi olmasını ister? Acaba MEB'nda, kadrolu, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin performans karşılaştırmasını yapan bir çalışma var mıdır? Öğrenciler için başarı sonuçları nedir?
· Okuldaki hademeden daha düşük ücret alan bir ücretli öğretmen, meslektaşlarına, öğrencilerine ve hademeye karşı nasıl bir psikoloji içerisinde görev yapıyordur?
Bu soruları çoğaltmak mümkün. Fakat eğitim camiasına öğretmen odaklı baktığımızda durum hiç iç açıcı görünmüyor. Bu tablonun, bilhassa ücretli öğretmenler boyutuyla bir an önce düzeltilmesi gerekiyor. Bunun için Sayın Nimet Çubukçu'nun, göreve geldiği ilk günlerde öğretmenlere verdiği kadro taahhüdünü yerine getirmesi iyi bir başlangıç olacaktır. BUGÜN/28 Ocak 2010
Bu da örgün ve yaygın eğitim yoluyla gerçekleştiriliyor. Hemen her ülkede devlet, eğitimi asli fonksiyonu olarak görüyor ve bunun için ciddi kaynaklar ayırıyor. Ülkemizde de durum bundan farklı değil.
Eğitim sisteminin olmazsa olmaz aktörlerinin başındaöğretmenler geliyor. Öğretmenin nicelik ve nitelik olarak yetersiz olduğu bir eğitim sisteminin sonunu öngörmek zor olmasa gerek. Eğitimci olmadığımız için öğretmenlerin nitelik olarak değerlendirmesini yapmak bize düşmez. Ancak söz konusu meslek camiasının çalışma koşulları bizim ilgi ve uzmanlık alanımıza giriyor. Buradan hareketle ücretli öğretmenlik konusuna değinmek istiyoruz.
Aynı okulda üç tür öğretmen
Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak hâlihazırda çalışan öğretmenler, genel olarak üç ayrı statüde görev yapıyor. Bunlar;
1. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4/A fıkrasına tabi olanlar (kadrolular),
2. Aynı Kanunun 4/B fıkrasına tabi olanlar (sürekli sözleşmeliler),
3. Aynı Kanunun 4/C fıkrasına tabi olanlar (ücretli öğretmenler).
Bu üç grup içerisinden özlük hakları itibarıyla en iyi durumda olanlar kadrolu öğretmenler. Kadrolulara göre bazı haklardan mahrum olan sürekli sözleşmeliler ikinci sırada yer alıyor. Özlük hakları bakımından en kötü durumda olanlar ise ücretli öğretmenler. Bugünkü uygulamada, aynı okulda hem kadrolu, hem sözleşmeli hem de ücretli öğretmen bir arada görev yapıyor. Yapılan iş aynı, girilen ders aynı, okul aynı, öğrenci aynı fakat maaş ve sosyal haklar arasında uçurum var.
Yarım aylık yarım sigorta
Ücretli öğretmenler, il ve ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri'ne başvurarak ders saati üzerinden sözleşme imzalıyorlar. Buna göre girdikleri saat başına ücret ödeniyor ve ayda asgari ücretin biraz üzerinde para alıyorlar. Çoğunun aldığı para asgari ücreti de bulmuyor. Sigorta primleri ise aylık toplam ders saat sayısına göre ödeniyor. Buna göre ayda en fazla 16-17 gün sigortalı olabiliyorlar. Yani normal öğretmene göre yarım ücret ve yarım sigorta ile çalışmış oluyorlar.
Bu garabet düzeltilmeli
2009 yılında Sayın Hüseyin Çelik'in bir soru önergesine verdiği cevapta, sözleşmeli öğretmen sayısının yaklaşık 50 bin, ücretli öğretmen sayısının ise 55 bin 786 olduğu ifade ediliyor. Yani geldiğimiz noktada, on binlerce öğretmenimiz, asgari ücret dolaylarında bir ücretle hayatını idame ettiriyor. Bu tablo karşısında gerek toplum gerekse öğretmenler adına şu soruları sormak gerekiyor:
· 100 binden fazla kadrolu öğretmen açığı varsa, neden bu açık sözleşmeli ve ücretliler ile kapatılmaya çalışılıyor?
· Diyelim ki bütçe dengeleri gerekçe gösterilerek Maliye Bakanlığı kadro vermiyor. Ve diyelim ki MEB, iyi niyetli olarak açıkta kalan öğretmen adaylarını hiç değilse ücretli olarak istihdam etmek için bu yolu tercih ediyor. Peki, sözleşmeli ve ücretlilere ödenen maaş ve ücretler bu devletin kasasından çıkmıyor mu? Hem bu kadar ödeme yapıp, hem de garabet bir öğretmen camiası oluşturmak makul müdür?
· Herhangi bir veli, çocuğunun dersine girecek öğretmenin kadrolu mu, sözleşmeli mi yoksa ücretli mi olmasını ister? Acaba MEB'nda, kadrolu, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin performans karşılaştırmasını yapan bir çalışma var mıdır? Öğrenciler için başarı sonuçları nedir?
· Okuldaki hademeden daha düşük ücret alan bir ücretli öğretmen, meslektaşlarına, öğrencilerine ve hademeye karşı nasıl bir psikoloji içerisinde görev yapıyordur?
Bu soruları çoğaltmak mümkün. Fakat eğitim camiasına öğretmen odaklı baktığımızda durum hiç iç açıcı görünmüyor. Bu tablonun, bilhassa ücretli öğretmenler boyutuyla bir an önce düzeltilmesi gerekiyor. Bunun için Sayın Nimet Çubukçu'nun, göreve geldiği ilk günlerde öğretmenlere verdiği kadro taahhüdünü yerine getirmesi iyi bir başlangıç olacaktır. BUGÜN/28 Ocak 2010