ILO 176
kurtarır mıydı?
Her kazadan sonra olduğu gibi Soma faciasından sonra da iş sağlığı ve güvenliği mevzuatımız tartışmaya açıldı. Uluslararası Çalışma Örgütü(ILO)’nün 176 sayılı sözleşmesini Türkiye’nin onaylamamış olması, tartışılan konulardan birisi. Sözleşme, maden işyerlerinde sağlık ve güvenlik şartlarını, işverenin ve devletin yükümlülüklerini düzenliyor. Peki, ILO’nun iş sağlığı ve güvenliği alanında tek sözleşmesi bu mu?
Bardağın dolu tarafı
İş sağlığı ve güvenliği konusunda en önemli ILO sözleşmeleri;
- 155 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Sözleşmesi; 1981 tarihli sözleşmeyi 2004 yılında imzaladık.
- 161 sayılı İş Sağlığı Hizmetleri Sözleşmesi; 1985 tarihli sözleşmeyi yine 2004 yılında imzaladık.
- 187 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliğini Geliştirme Sözleşmesi; 2006 tarihli sözleşmeyi 2009 yılında imzaladık.
Görüldüğü üzere bu alanda uluslararası mevzuatla kendimizi bağlamış durumdayız. Nitekim 2012 yılında çıkardığımız 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu da ILO ve AB standartlarının tamamını içeriyor. Henüz imzalamamış olduğumuz 176 sayılı sözleşme ise şuan mevzuatımızda bulunan konulara ilave bir hüküm içermiyor.
176 ne diyor?
Örneğin sözleşme; maden işyerlerinde risk değerlendirmesi öngörüyor, şuan kanun ve yönetmelikte bu şart zaten var. İşçiler için eğitim öngörüyor, mevzuatta zaten mecburi. Her bir kazı alanında birbirinden bağımsız iki çıkış yolu öngörüyor ki maden yönetmeliğinde zaten zorunlu tutulmuş. Yani 176 sayılı sözleşme şuan mevzuatımızda olmayan hemen hiçbir yenilik içermiyor. Dolayısıyla “176’yı imzalasaydık Soma faciası yaşanmazdı” demek çok iddialı olur. Kaldı ki 176 sayılı sözleşmeyi imzalamayan İngiltere, Fransa ve ABD gibi ülkelerde ölümlü maden kazaları bizimle karşılaştırılmayacak kadar düşük.
Mevzuat güzel, ölüm acı!
Madencilik sektöründe uluslararası standartlarda mevzuatımız varsa 300’den fazla insanımızı neden kaybettik? Evet, mevzuatımız dünya standardında fakat;
- Bu mevzuata ulaşma hızımız “bize özgü”,
- Denetim sistemimiz “bize özgü”,
- Taşeron sistemimiz “bize özgü”,
- İşçimizde, işverenimizde ve bürokrasimizde iş sağlığı ve güvenliği kültürü “bize özgü”,
- Sendikalarımız ve sendikalaşmamız “bize özgü”,
- İş kazalarını açıklamamız “bize özgü”,
- Kazaları tartışmamız ve ders çıkarmamız “bize özgü”.
- ….
Hal böyle olunca, mevzuata uygun (!) işyerinde akla-mantığa aykırı ölüm de bize özgü oluyor!
Vedat Bilgin’den iki öneri
Gazi Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölüm Başkanı Prof. Vedat Bilgin Hoca’m, önceki gün Akşam’daki köşesinde maden sektörüyle ilgili iki önemli öneride bulunmuş. Birincisi; büyük işletme ölçesindeki yeraltı kömür madenlerinin özel sektöre ve taşeronlara bırakılmaması. Yani Prof. Bilgin, iş sağlığı ve güvenliği açısından büyük maliyet gerektiren bu işletmelerin devlet eliyle işletilmesi gereğine işaret ediyor. İkinci öneri ise yer altı maden işyerlerinde asgari ücret düzeyinin genel asgari ücretten daha yüksek belirlenmesi. Her iki önerinin de altına imzamı atıyorum.
BUGÜN - 17 MAYIS 2014
Her kazadan sonra olduğu gibi Soma faciasından sonra da iş sağlığı ve güvenliği mevzuatımız tartışmaya açıldı. Uluslararası Çalışma Örgütü(ILO)’nün 176 sayılı sözleşmesini Türkiye’nin onaylamamış olması, tartışılan konulardan birisi. Sözleşme, maden işyerlerinde sağlık ve güvenlik şartlarını, işverenin ve devletin yükümlülüklerini düzenliyor. Peki, ILO’nun iş sağlığı ve güvenliği alanında tek sözleşmesi bu mu?
Bardağın dolu tarafı
İş sağlığı ve güvenliği konusunda en önemli ILO sözleşmeleri;
- 155 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Sözleşmesi; 1981 tarihli sözleşmeyi 2004 yılında imzaladık.
- 161 sayılı İş Sağlığı Hizmetleri Sözleşmesi; 1985 tarihli sözleşmeyi yine 2004 yılında imzaladık.
- 187 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliğini Geliştirme Sözleşmesi; 2006 tarihli sözleşmeyi 2009 yılında imzaladık.
Görüldüğü üzere bu alanda uluslararası mevzuatla kendimizi bağlamış durumdayız. Nitekim 2012 yılında çıkardığımız 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu da ILO ve AB standartlarının tamamını içeriyor. Henüz imzalamamış olduğumuz 176 sayılı sözleşme ise şuan mevzuatımızda bulunan konulara ilave bir hüküm içermiyor.
176 ne diyor?
Örneğin sözleşme; maden işyerlerinde risk değerlendirmesi öngörüyor, şuan kanun ve yönetmelikte bu şart zaten var. İşçiler için eğitim öngörüyor, mevzuatta zaten mecburi. Her bir kazı alanında birbirinden bağımsız iki çıkış yolu öngörüyor ki maden yönetmeliğinde zaten zorunlu tutulmuş. Yani 176 sayılı sözleşme şuan mevzuatımızda olmayan hemen hiçbir yenilik içermiyor. Dolayısıyla “176’yı imzalasaydık Soma faciası yaşanmazdı” demek çok iddialı olur. Kaldı ki 176 sayılı sözleşmeyi imzalamayan İngiltere, Fransa ve ABD gibi ülkelerde ölümlü maden kazaları bizimle karşılaştırılmayacak kadar düşük.
Mevzuat güzel, ölüm acı!
Madencilik sektöründe uluslararası standartlarda mevzuatımız varsa 300’den fazla insanımızı neden kaybettik? Evet, mevzuatımız dünya standardında fakat;
- Bu mevzuata ulaşma hızımız “bize özgü”,
- Denetim sistemimiz “bize özgü”,
- Taşeron sistemimiz “bize özgü”,
- İşçimizde, işverenimizde ve bürokrasimizde iş sağlığı ve güvenliği kültürü “bize özgü”,
- Sendikalarımız ve sendikalaşmamız “bize özgü”,
- İş kazalarını açıklamamız “bize özgü”,
- Kazaları tartışmamız ve ders çıkarmamız “bize özgü”.
- ….
Hal böyle olunca, mevzuata uygun (!) işyerinde akla-mantığa aykırı ölüm de bize özgü oluyor!
Vedat Bilgin’den iki öneri
Gazi Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölüm Başkanı Prof. Vedat Bilgin Hoca’m, önceki gün Akşam’daki köşesinde maden sektörüyle ilgili iki önemli öneride bulunmuş. Birincisi; büyük işletme ölçesindeki yeraltı kömür madenlerinin özel sektöre ve taşeronlara bırakılmaması. Yani Prof. Bilgin, iş sağlığı ve güvenliği açısından büyük maliyet gerektiren bu işletmelerin devlet eliyle işletilmesi gereğine işaret ediyor. İkinci öneri ise yer altı maden işyerlerinde asgari ücret düzeyinin genel asgari ücretten daha yüksek belirlenmesi. Her iki önerinin de altına imzamı atıyorum.
BUGÜN - 17 MAYIS 2014