KHK’lar ve denetime bakış
Hükümetin 12 Haziran seçimlerinden önce almış olduğu yetkiye dayanarak çıkardığı kanun hükmünde kararnameler, hemen her bakanlığın teşkilat yapısına damgasını vurdu ve vurmaya devam ediyor. Bazı yeni bakanlıklar kurulurken kimi bakanlıklar birleşti, kimileri ayrıldı ve kimilerinin de yapısı yeniden organize edildi.
KHK furyasından en büyük nasibi Milli Eğitim Bakanlığı aldı. 750 binden fazla personele sahip Bakanlığın yapısı sadeleştirilirken, personelin özlük haklarında iyileştirme yapıldı. Benzer bir çalışma da Sağlık Bakanlığı’nda yürütülüyor ve kısa süre içinde sonuçlandırılmış olacak.
Öncelikle şunu belirtelim ki Türk kamu yönetiminde yeniden yapılanma, gecikmiş bir hamledir. Bilgi teknolojilerinin yaygın kullanımı, yönetim biliminde ve özellikle insan kaynağı yönetimindeki gelişmeler; Türk bürokrasisinin hantallığını çıplak gözle görülür hale getirmişti. Bu durumu göreve gelir gelmez fark eden Ak Parti, 2003 yılında ‘Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nu hazırlayarak, Meclis’ten geçirdi ve Cumhurbaşkanı’nın onayına sundu. Ancak Sezer tarafından veto edilen Kanun rafa kaldırıldı.
Söz konusu düzenlemede yer alan Kamu yönetimine ilişkin ilke ve esaslar yürürlüğe giremese de daha sonra yapılan her teşkilat çalışmasında göz önünde bulunduruldu. Ancak bu ilke ve esaslardan ‘denetim’e ilişkin olanlar, sürekli tartışma konusu oldu ve devlet teşkilatında büyük rahatsızlıklara yol açtı.
Ak Parti Hükümetleri, geleneksel yapıda yer alan teftiş kurullarını gereksiz, idareyi yavaşlatan, personel motivasyonunu bozan ve cezalandırma merkezli hareket eden birimler olarak gördü. Şüphesiz bu kanaati doğrulayacak pek çok olumsuz örnek de mevcuttu. Ancak denetim birimlerini amacının dışında, birer cezalandırma aracı olarak kullanma eğilimindeki siyaset anlayışı hiç sorgulanmadı. Fatura teftiş kurullarına kesilince, yapılan her teşkilat çalışmasında denetim fonksiyonu biraz daha pasifize edildi ve birbirinden farklı isim ve unvanlarla yapılandırıldı.
Bugün için ortaya çıkan tablo, devletin denetim fonksiyonu bakımından pek iç açıcı görünmüyor. Oysa ‘maksimum piyasa, minimum devlet’ anlayışının egemen olduğu en liberal ülkelerde bile, devletin düzenleme ve denetleme fonksiyonundan taviz verilmiyor. Zira kural koymak nasıl devletin egemenlik hakkının göstergesiyse, bu kurallara uyulup uyulmadığını denetlemek de bu hakkın ayrılmaz bir parçası.
Evet, devlet teşkilatının çağın gereklerine uydurulması kaçınılmaz bir ihtiyaçtır ve teftiş kurulları da bunun dışında kalamaz. Ancak günü yakalamaya çalışırken, geleneğe, birikeme ve tecrübeye de saygı duymak gerekiyor.
Kıdem tazminatı kalkıyor mu?
Kıdem tazminatının kaldırılması ve yerine fon getirilmesi çalışmalarından az çok haberdarız. Fakat bu konularda nihai açıklamaların Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik tarafından yapılmasını bekliyorduk. Oysa konuya dair en geniş bilgilendirme Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz tarafından yapıldı. Açıklamadaki en dikkat çekici husus, işsizlik sigortasıyla kıdem tazminatı uygulamasının bir arada olamayacağı ifadesiydi. Hemen belirtelim ki bu ifade son derece sorunlu ve sosyal taraflar nezdinde sıkıntı oluşturabilecek bir ifade. Sayın Faruk Çelik, kıdem tazminatı konusunda sendikalarla açık ve nezaketli bir iletişim içerisinde. Zira sırada sendikalar ve grev-lokavt kanunları gibi netameli düzenlemeler bekliyor. Hal böyleyken Hükümet kanadından yapılan farklı açıklamalar, Sayın Çelik’in elini zayıflatabilir ve sosyal taraflar nezdinde güven kaybına yol açabilir. Bizden söylemesi.
KHK furyasından en büyük nasibi Milli Eğitim Bakanlığı aldı. 750 binden fazla personele sahip Bakanlığın yapısı sadeleştirilirken, personelin özlük haklarında iyileştirme yapıldı. Benzer bir çalışma da Sağlık Bakanlığı’nda yürütülüyor ve kısa süre içinde sonuçlandırılmış olacak.
Öncelikle şunu belirtelim ki Türk kamu yönetiminde yeniden yapılanma, gecikmiş bir hamledir. Bilgi teknolojilerinin yaygın kullanımı, yönetim biliminde ve özellikle insan kaynağı yönetimindeki gelişmeler; Türk bürokrasisinin hantallığını çıplak gözle görülür hale getirmişti. Bu durumu göreve gelir gelmez fark eden Ak Parti, 2003 yılında ‘Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nu hazırlayarak, Meclis’ten geçirdi ve Cumhurbaşkanı’nın onayına sundu. Ancak Sezer tarafından veto edilen Kanun rafa kaldırıldı.
Söz konusu düzenlemede yer alan Kamu yönetimine ilişkin ilke ve esaslar yürürlüğe giremese de daha sonra yapılan her teşkilat çalışmasında göz önünde bulunduruldu. Ancak bu ilke ve esaslardan ‘denetim’e ilişkin olanlar, sürekli tartışma konusu oldu ve devlet teşkilatında büyük rahatsızlıklara yol açtı.
Ak Parti Hükümetleri, geleneksel yapıda yer alan teftiş kurullarını gereksiz, idareyi yavaşlatan, personel motivasyonunu bozan ve cezalandırma merkezli hareket eden birimler olarak gördü. Şüphesiz bu kanaati doğrulayacak pek çok olumsuz örnek de mevcuttu. Ancak denetim birimlerini amacının dışında, birer cezalandırma aracı olarak kullanma eğilimindeki siyaset anlayışı hiç sorgulanmadı. Fatura teftiş kurullarına kesilince, yapılan her teşkilat çalışmasında denetim fonksiyonu biraz daha pasifize edildi ve birbirinden farklı isim ve unvanlarla yapılandırıldı.
Bugün için ortaya çıkan tablo, devletin denetim fonksiyonu bakımından pek iç açıcı görünmüyor. Oysa ‘maksimum piyasa, minimum devlet’ anlayışının egemen olduğu en liberal ülkelerde bile, devletin düzenleme ve denetleme fonksiyonundan taviz verilmiyor. Zira kural koymak nasıl devletin egemenlik hakkının göstergesiyse, bu kurallara uyulup uyulmadığını denetlemek de bu hakkın ayrılmaz bir parçası.
Evet, devlet teşkilatının çağın gereklerine uydurulması kaçınılmaz bir ihtiyaçtır ve teftiş kurulları da bunun dışında kalamaz. Ancak günü yakalamaya çalışırken, geleneğe, birikeme ve tecrübeye de saygı duymak gerekiyor.
Kıdem tazminatı kalkıyor mu?
Kıdem tazminatının kaldırılması ve yerine fon getirilmesi çalışmalarından az çok haberdarız. Fakat bu konularda nihai açıklamaların Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik tarafından yapılmasını bekliyorduk. Oysa konuya dair en geniş bilgilendirme Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz tarafından yapıldı. Açıklamadaki en dikkat çekici husus, işsizlik sigortasıyla kıdem tazminatı uygulamasının bir arada olamayacağı ifadesiydi. Hemen belirtelim ki bu ifade son derece sorunlu ve sosyal taraflar nezdinde sıkıntı oluşturabilecek bir ifade. Sayın Faruk Çelik, kıdem tazminatı konusunda sendikalarla açık ve nezaketli bir iletişim içerisinde. Zira sırada sendikalar ve grev-lokavt kanunları gibi netameli düzenlemeler bekliyor. Hal böyleyken Hükümet kanadından yapılan farklı açıklamalar, Sayın Çelik’in elini zayıflatabilir ve sosyal taraflar nezdinde güven kaybına yol açabilir. Bizden söylemesi.